Bir türküdür dilimde tekrarlanıp duruyor, söyleyen de yazan da o kadar yürekten dile getirmiş ki! Bir sitem, dünyayı bir boş vermişlik, bir umut, bir derviş hali geziniyor sözcükler arasında… Bu türküyü dinleyince bugünkü yapacağımız yolculuğa kaydı zihnim.
Yolculuklar öteden beri duygu karmaşası yaratır gönlümde. Bir sevinç bir hüzün aklı aralarına almayarak köşe kapmaca oynar durur yürek meydanında. Bugün de Allah izin verirse Maraş’a yolcuyuz bir şiir dinletisi programı için. (İzleri ruhumuza kazınmış depremden sonra Maraş ile tanışmak… Kabuk bağlamamış yaralardan ılık ılık binbir duygu akacak bundan eminim.) Yazarlık libasını üzerime hep birkaç beden büyük gördüğümden olsa gerek kalemi hiç yakıştıramamışımdır elime. Ama kelimelerin ruhu olduğuna inandığımdan da sözcükler hep de yarenim olmuştur. Onların döküldüğü dilin fıtratıyla doğması ruhumu cezbetmiştir. Bu yüzden incitmem sözcükleri, kalemi yürekteki mürekkebe batırarak yazmaya da konuşmaya da heveslenirim… Hissederek… Yolculuk fikri türküyle kucaklaşınca kuyudaki sözcüklere Yusuf’u kurtaran kervanın ipi uzatıldı. Hal böyle olunca hayatı bir yola bağladık.
Bir ömür… Bir ömür de aslında “hoşça kal ve hoş geldin” arasında gidip geldiğimiz yollardan ibaret değil mi? Uzar gider bu yol… Kimine göre bir günlük kimine göre bir asırlık… Yolda değerlenir aslında varlığın. Yolda sen, sen olursun ya da hiç kimse… Yolda bulduklarınla zenginleşirsin ya da parça parça yokluğa sürüklenirsin. Kış gelir de bahar gelmez zannedersin. Gece karanlığa kalınca düşler görürsün, sabahı özler durursun. İllaki yanından akar siluetler… Kimi yar kimi yaren kimi dost kimi Hızır… Bir ağaç gölgesinde durup dinleneyim dersin, bir ırmaktan geçerken elimden tutanım olsun dersin, gökyüzünde uçarken ardımda gözleyenim olsun dersin ki düştüğünde canın yanmasın diye… Ömrünün beklemek ile beklenilmek arasında beli bükülür. Ne garip değil mi bekleyen ve beklenen… Tek bir harfin yarattığı koca bir cennet ya da cehennem.
Kamışlıktan koparılan bir kamışın serzenişi bağrı dağlanan ney’de vücut bulur. İnsanın yolculuğu da bezmi elestten koparılışının yankıları değil mi? Hep bu arayış… Büyüdükçe küçülmek… Koca bir ağacın bir tohuma sığdığı gibi dürülüp bükülüp kendi özüne sığmak. Bir Hira’sı, bir Tur’u, bir kuyusu, bir zindanı, bir çölü vardır işte her insanın… Hira’da Cebrail’i, Tur’da Hüsnü Cemal’i, kuyuda kervanı, zindanda sultanı, çölde zemzemi bulur… Yol böyle olunca fani dünyada ne bekler kimden bekler neyi bekler ki garip gönül. Gönül defterine yazdığını yarın bir gün herkesin yüzüne okuyacağını düşününce insan… Güzelliklerden başka bir şey yazası gelir mi? Yolunuz aydın ola, kadirşinaslara çıka…
Türküyle başladık türküyle bitirelim yolu o zaman…
Çok düş gördüm gerçek hani
Kime kaldı bu dünya fani
Bundan sonra senin olsun yar…