Hepimizin bildiği ama kabullenmekte zorlandığı bir gerçektir hayatın faniliği.. Hiç şüphesiz her şey geçici, bâki olan Allah’tır (cc). Tüm yaratılmışların gelip geçiciliğini; değer verdiğimiz metaların zamana karşı koyamamasıyla, sevdiklerimizin yüreğimizde yanık izler bırakan kaybıyla,takvimin bir daha bugünü gösteremeyeceğiyle yaşarız. Ve nihayetinde akıp giden zamanın geri gelmeyeceğini her hücremizde yaşayarak faniliğimizi bilir lakin yüreklerimize bunu asla anlatamayız.
Faniliğimizin, kabullenmek istemediğimiz en büyük gerçeğimiz olmasının sebebi:Zamana karşı koyamayışımızda ve de en önemlisi her şeyin bir vakti olduğunu bilen yüreklerimizin kendi vaktinin ne zaman son bulacağını bilememesinde gizlidir. Tam da bu noktada imanlı yüreklere söz geçiren en büyük iç sesimiz “kadere”imandır. Çünkü imanlı bir kul bilir ki her şeyin yegâne yaratıcısı Allah’tır. Tüm yaratılmışların akıbeti hakkında sonsuz kudret sahibi de 0′ dur.
Kıymetli genç kardeşlerim, elimizde zamanı durdurabilecek bir anahtarımız olmadığına ve ömrümüze biçilen zamanın bizim için ne vakit son bulacağını bilmediğimize göre bir prensip edinmeliyiz!
“Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya,yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışmalıyız.”
Eğer ki bu hal üzere bir hayat sürersek zamana karşı bir kaygı içerisinde olmamıza da gerek kalmayacaktır. Zira her şey gelip geçicidir.
Ne güzellik kalıcı, ne de çirkinlik bakidir.
Ne zenginlik bizimdir, ne de fakirlik ceketimizdir.
Ne mutluğumuz yoldaşımız, ne de hüznümüz yaka mendilimizdir.
Tüm umudumuz faniliğimizin yaratıcısının bakiliğindedir.
Evet, her şey akıp gidiyor avuçlarımızdan su gibi: zaman, ömür ve daha nicesi…Fani hayatımızdaki gaye şu olmalıdır: İyinin kötü, kötünün iyi olabileceğini unutmadan, ne hal üzere olursak olalım “hakikati”öğrenmek, öğretmek ve yaşamamız gerektiğini bilmek.
Konu ile alakalı sayfalar dolusu yazmaya devam etmek yerine sözün özü olan, anlatılmak isteneni alıcısına en güzel şekilde özetleyen dervişin hikâyesini ve ne durumda olursa olsun gerçeği unutmak istemeyen hükümdarı bir hatırlayalım.
BU DA GEÇER
Dervişin biri, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra bir köye ulaşır. Karşısına çıkanlara kendisine yardım edecek, yemek ve yatak verecek biri olup olmadığını sorar. Köylüler kendilerinin de fakir olduklarını, evlerinin küçük olduğunu söyler ve Şakir adındabirinin çiftliğini tarif edip oraya gitmesini tavsiye ederler.
Derviş yola koyulur,birkaç köylüye daha rastlar.Onların da anlattıklarındanŞakir isminde bu zatın bölgenin en zengin kişilerinden biri olduğunu anlar. Bölgedeki ikinci zengin ise Haddad adında başka bir çiftlik sahibidir.Derviş Şakir’in çiftliğine varır. Çok iyi karşılanır, iyi misafir edilir, yer, içer, dinlenir. Şakir de ailesi de hem misafirperver hem de gönlü zengin insanlardır…
Yola koyulma zamanı gelip Derviş Şakir’e teşekkür ederken “Böyle zengin olduğun için hep şükret.” der. Şakir ise şöyle cevap verir: “Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Bazen görünen gerçeğin ta kendisi değildir. ‘Bu da geçer’…” der.
Derviş Şakir’in çiftliğinden ayrıldıktan sonra bu söz üzerine uzun uzun düşünür. Birkaç yıl sonra dervişin yolu yine aynı bölgeye düşer. Şakir’i hatırlar, bir uğramaya karar verir. Yolda rastladığı köylüler ile sohbet ederken Şakir’den söz açılır. “Ha, o Şakir mi?” der köylüler, “O iyice fakirleşti, şimdi Haddad’ın yanında çalışıyor.” derler. Derviş eski dostunu merak eder.
HemenHaddad’ın çiftliğine gider, Şakir’i bulur. Eski dostu yaşlanmıştır, üzerinde eski püskü giysiler vardır. Üç yıl önceki bir sel felaketinde bütün sığırları telef olmuş, evi yıkılmıştır. Toprakları da işlenemez hale geldiği için tek çare olarak selden hiç zarar görmemiş ve biraz daha zenginleşmiş olan Haddad’ın yanında çalışmak kalmıştır. Şakir ve ailesi üç yıldır Haddad’ın hizmetkârıdır.
Şakir bu kez Derviş’i son derece mütevazi olan evinde misafir eder. Kıt kanaat yemeğini onunla paylaşır… Derviş vedalaşırken Şakir’e olup bitenlerden ötürü ne kadar üzgün olduğunu söyler ve Şakir’den şu cevabı alır: Üzülme… Unutma,bu da geçer…
Derviş gezmeye devam eder ve yedi yıl sonra yolu yine o bölgeye düşer. Şaşkınlık içinde olup biteni öğrenir. Haddad birkaç yıl önce ölmüş, ailesi olmadığı içinde bütün varını yoğunu en sadık hizmetkârı ve eski dostu Şakir’e bırakmıştır. Şakir,Haddad’ın konağında oturmaktadır; kocaman arazileri ve binlerce sığırı ile yine yörenin en zengin insanıdır.
Derviş eski dostunu iyi gördüğü için ne kadar sevindiğini söyler ve yine aynı cevabı alır: “Bu da geçer…”
Bir zaman sonra Derviş yine Şakir’i arar. Ve eski dostu Şakir vefat etmiştir. Ona bir tepeyi işaret ederler. Tepede Şakir’in mezarı vardır ve taşında şu yazılıdır: Bu da geçer…
Derviş, “ölümün nesi geçecek?” diye düşünür ve gider. Ertesi yıl Şakir’in mezarını ziyaret etmek için geri döner; ama ortada ne tepe vardır nede mezar. Büyük bir sel gelmiş,tepeyi önüne katmış, Şakir’den geriye bir iz dahi kalmamıştır…
O aralar ülkenin sultanı, kendisi için çok değişik bir yüzük yapılmasını ister. Öyle bir yüzük ki, mutsuz olduğunda umudunu tazelesin, mutlu olduğunda ise kendisini mutluluğun tembelliğine kaptırmaması gerektiğini hatırlatsın… Hiç kimse sultanı tatmin edecek böyle bir yüzük yapamaz. Sultanın adamları da bilge Derviş’i bulup yardım isterler. Derviş, sultanın kuyumcusuna hitaben bir mektup yazıp verir. Kısa bir süre sonra yüzük sultana sunulur. Sultan önce bir şey anlamaz; çünkü son derece sade bir yüzüktür bu. Sonra üzerindeki yazıya gözü takılır, biraz düşünür ve yüzüne büyük bir mutluluk ışığı yayılır: Yüzüğün üstünde “Bu da geçer!” yazmaktadır.
Fani dünyada baki olan yüce Yaradan, hepimize hayırlı ve ümmete faydalı bir ömür nasip eylesin.
Fani, Baki Olana Kul. Baki Olana Elçi Olan, Fani Olana Kefil Ola…