Ansızın gitmeliyim dedi kalem sayfanın yüzüne. Kucaklarında büyüyen aşktan sözcükleri birlikte şımartırken bu da neyin nesiydi şimdi? Allı pullu düşleri vardı oysa ikisinin de! Çok dil döktü sayfa, kalemin baş ucunda kelimeler oynaştı ama… Vedalar döküldü bir ayazla ağaç dallarından. Özlemi yüklendi kalem ve yolunu bilmeziye çıktı sefere. Mevsim seçmeden, bir nefesle bir günahla…. Sayfa bir “ah” çekince kendi kıvılcımıyla küle döndü. Sözcükler mi! Hem öksüz hem yetim kaldı sokaklarda.Ne gariptir ki şu hayatta ilk, ecelle tanıştılar gözlerini açınca. Sonra avare dolaştılar sokakları korktukları ecelden kaçmak için. Ama hep “ECEL” den kaldırımlarda yürüdüler,”ECEL” in nazarında büyüdüler. Kaçmayı bıraktılar da dikildiler karşısına ecelin, ecelden evvel!
“Dediler ki hercaiymiş rengin. Kimine al kimine mor açarmışsın. Hançer gibi keskinmiş bakışın çiçek gibiymiş kokun. Kimse inanmamış da sana üstüne yürümüşsün cümlenin. Şan şöhret dinlemez, hükümdarı kul edermişsin sen! Para pula dönermiş önünde.Söyle nesin sen ecel böyle? Bilet kesersin ömür trenine öyle acele acele! Cümle aleme ilan etmişsin hükmünü amma melamet hırkasını giydirmişler adına. Kimi sitem etmiş sana kimi dua. Söyle bana ecel senin de gözün hiç doldu mu kapısını çaldıkların gibi? Geceyi beklemedin sabahı hiç dinlemedin. Her ocakta canının istediği yürekte dinlendin. Koçyiğitlerin döşüne kuruldun, elleri kınalı gelinlerle düğün eyledin. “Gelme ecel, gelme!” demediler mi sana, vakit hep erkendir? Gelmez diyenlere gittin de gelir diye yolunu gözleyeni hep beklettin. Ne sırsın ne muamma öyle… Deli Dumrul’un peşinde oldun al güvercin. Gördüm ki akıllıyı deliyi bir ettin. Ey, ecel var mı senin de bir tasan bir kederin? Anaları, babaları, rahm-ı maderden yavruları aldın da gittin uzaklara. Avare misin nesin ey ecel öyle dolanırsın sokak sokak? Neden duyurmazsın ayak seslerini? Ve ansızın bir bıçak yarası gibi saplanırsın böğürlere. Kiminde açtığın yaralar kabuk bağlar amma kiminin yüreğini de her an dağlar. Gelme ecel, gelme! Ömür biletimi kesme! Daha ellerim bomboş, gönlüm dünyayla olmuş bunca sarhoş… Bırak önce aşk dileneyim Medine sokaklarında. Belimi bük, saçımı ağart amma yüzüm olsun sana, gül sereyim yoluna.Son şarkım “vuslat” çalsın kulağıma…”
Ey, kalemin zehri, sayfanın sancısı SÖZCÜKLER!
“Madem öyle beylik beylik dikildin karşıma var o zaman sırrıma.Yaşın olsa bin seksen sen yine dersin bana erken.Dilin bağlanmaz ki şikayet edersin yine benden!..Sen korkma ecelden bil ki senin asıl eziyetin o süslediğin nefisten. İstersin bir ayak sesi benden. Sen dünyaya bu kadar dalmışken hiç anlar mısın verdiğim sesten? Evet gencine, yaşlısına uğradım… Doğmuşuna doğmamışına vardım. Ne paraları yolumu kesti ne şöhretleri ayağımı bağladı. Kiminin gözü kaldı arkada kiminin de gözü açıldı bahara. Sen ey melamet hırkasını bana yakıştıran! Uyan, diyorum sana uyan!Nice de manaya talepkâr var bana koşan! Ben kiminde Şeb-i Arus kiminde hakikat.Var şimdi sen git yoluna. Bir nefes gibi yadındayım.Var şimdi sen karar ver ben nimet miyim külfet miyim?Cefa mıyım dünyaya yoksa sefa mıyım açılan bahara?Sen de geleceksin bir gün karşıma.Amma elleri boş amma dolu…Var şimdi git yoluna.