Ah be üstad! Duydun mu cümle pazarında kelimeler teraziye külfetmiş? Tezgâhta elini hangi kelimeye uzatsa gördüğü ile aldığı bir olmuyormuş dostun.
Renk vermiyormuş kelimeler. Oysa rengini belli etmeliymiş cümleler ta baştan… İşte upuzun gece! Sen ne dersin bu işe? Cümlelerin içini mi boşaltalım? İşin rengi değişir ama o zaman. Ya cümle için yakamdan tutarsa cümleten cümleler! Olmaz… Mavi boncuk da dağıtamam, kırmızı dipli mumla da davet edemem! Alı al, moru mor bu cümlelerin.
Yüzünü neden karartırsın ki üstad? Bak ne iyi ettik de kırdık iki lafın belini. Acaba ondan mı cümleler sayfalarda kırık dökük, yüklemin öznenin yeri karışık? Kelimeler de başıbozuk… Boşuna uğraşma üstadım gelmez bu cümlelerin öznesi yüklemi yan yana. Görmez misin lafın beli kırık, deli yüklem kaçar kanlı özneden. Bir araya gelse delikanlı mı olacak dersin? Bence bir acı yelinen harman yerinde savrulmuş bu cümleler, ondan tane tane ayrılmış öznesi yüklemi kenara. Neeee! Kalemi ben tutayım, sayfaları sen; kurban mı verelim cümleyi cümleye? Kalemin günahı ne ola ki üstadım? Aşk olsun! Sarı çizmeli Mehmet Ağa’nın bile gönlü razı olmaz buna.
Gözlerini kapat da kalbini aç renkten renge girelim bugün. Yıldız yağmurunda ıslanalım, yastığına dökülen düşünceleri toplayalım… Kafesindeki tüm kelimeleri de serbest bırakalım, bulup getirsin cümlemizin rengini madem. Ama önce beyaz bir sayfa açalım sonra da akla karayı seçelim.
Karadan ağı fark atmaz bu remzin bilmeyen bu dehrin / Ki niçin geh nehârı leyl ü geh leylü nehâr eyler (Yaradanın niçin bazen geceyi gündüz, gündüzü gece yaptığını anlayamayan, karadan akı elbette fark edemez.Fuzuli)
Bak tan yeri ağarıyor, geceyi tüketmişiz dilimizde. Şimdi ışık vuracak cümlemize ve cümlemizin rengini görünür kılınacak. Işık varlığa dokununca varlığın rengi de değişir üstadım. Ayağımıza kara sular indi bak, ışığı görene denk. Al mı giydin ki alınıyorsun? Rengin atıyor hemen… Şimdi cümlemizin rengini görünce renk gelecek sohbetimize eminim.
İnsanlığın kullandığı ilk renk kırmızıymış bak! “Adem” kırmızı demek olunca hayatın rengi oluvermiş kırmızı. İştah, günah, kan, hırs ve cesaret kırmızıya boyanmış. Zamanı unutmuş kırmızıya bakan. “Al” okunmuş kırmızının adı öteden. Kimini al basmış, kiminin yanakları al al olmuş, toprağı da al kan sulamış. Bu yüzden kırmızının rengi düştüğü her varlıkta değişmiş. Toprakta cesaret, kadında güzellik, âlimde ilim olmuş kırmızı.
Ülgen’in yedi oğlundan biri “Yaşıl” doğunca kara kuzey, kızıl güney, gök doğu, ak batı olmaktan çıkmış. Renklerin yönleri değişmiş. Yaşıl ile doğayı keşfeden insan yaratıcılığı okumuş ve rahatlamış Yaratan’dan ötürü. İnancın rengi denge kurdurmuş insanoğlunun duygularına. Yeşile uzun uzun bakan bir süreliğine soyutlanır olmuş tüm renklerden. Duymuş muydun bunu üstad? O yüzden yeşilde bir sır saklıdır varlığı kendine çeken.
Kara-Bodun, Kara Mehmet Bey; karanın itibarını artırmış. O zaman da gücün adı olmuş kara. Kara’ya yenilen kimine de matem olmuş kara. Hırs, tutku, güç, matem buluşmuş gecenin renginde birden.
Geceyi, güneş boğunca ak düşmüş cümlemize. Beyaz her yönüyle göze çarpmış tüm renkler arasından. Öylesine anaç olmuş ki, kadın misali, her renge yakışmış, her renge ferahlık katmış kendi görünmeyeceğini bile bile. Safmış çünkü. Doğurganmış. Gökten düşünce beyaz, maviyi vermiş göğün kucağına ve suyun yüzüne. Mavi kanın akışını yavaşlatmış, bir sakinlik bırakmış cümlemize. En uzaktan fark edilen renk olmuş. Her yeri maviye boyamış sonsuzluğu okuyanlar.
Sarı şımarmış, mor korkutmuş, turuncu dikkat çekmiş, gri çok ciddiymiş, pembe bir o kadar rahatlatıcı, kahverengi bereketli ve hızlı… Gök hepsini bir edip bir kuşakla bağlamış. Ne zaman bir su tanesine ışık düşse sunarmış bütün renkleri birden. Renk yağmış gökten. Tenler, diller, dinler, gözler rengârenk olmuş. Cümlemize renk gelmiş üstadım cümlemize! Hem de tek bir ışıktan. Şimdi sen bana hangi rengi sorarsın üstadım hepsi de bir değil mi? Tüm renkleri toplayınca satırlardan, zenginliği ve ışığı fark ettim üstadım.Varlığı var edenin rengi saklıymış meğer hepsinde.
Ak gül olsam al yanağa sokulsam/Gülab olsam ak yüzüne saçılsam (Pir Sultan Abdal)
Gel beri sarı tanburam/ Sen ne için inilersin (Y.Emre)
Kır ata yakışır bunlar/Şirin döne yanağında/Siyah benler yerinde mi/Al giyen bağrımı ezer/İlle mavili, mavili(Köroğlu)
Benim vadem senden evvel yeterse/Mezarıma çift taş dikin kırmızı(Karacaoğlan)
Ne al geymiş ne kırmızı ne mavi/ Ne düğün var ne bayram ilde toy dedi (Dadaloğlu)
Gündüze alışan renkler/Her gece perişan renkler./Eşyada bakış mısınız,/Zamanda akış mısınız,/Gözümde hatıralar mı?/Yekpare varlığımı/Siz misiniz parçalayan,/Farksız kırık aynalardan?/Sizde mi yaşamaktayım,/Gülmekte,ağlamaktayım,/Gündüze alışan renkler,/Her gece perişan renkler? (C.SıtkıTarancı)
Renk yağmış gökten. Tenler, diller, dinler, gözler, cümleler rengârenk olmuş. İşte cümlemize renk geldi üstadım cümlemize!