Anlat, diyorsun! Anlatmak, dilinden döküldüğü gibi kolay mı sanıyorsun? Aklımı başımdan alıp gittiğin, kendine köle ettiğin günü mü; kalbimi tuza bulayıp kuruttuğun günü mü anlatayım? Yoksa, ruhumun bu bedene girdiği günden beri yanan ömrünü mü anlatayım? Söyle neyi anlatayım; sevgi de iyilik de vefa, haya da sendeyken… Sende bildiklerimi mi anlatayım yoksa senin bende görmezden geldiklerini mi?
Sahi ya… Ben mi senin şehrine gelmiştim; sen benim şehrim mi olmuştun hatırlayamıyorum. Bir gece rüyaya sen mi misafir olmuştun yoksa ben mi çağırmıştım seni onu da hatırlayamıyorum! Tek hatırladığım aklımı alıp gittiğin. Ama en azından bir parçam senin yanında ya o avuntum! Hiç beni ayıplama! Mecnun’dan miras bana Mecnunluk! Korkuyorum, mirasla biçilen gömleğin bana büyük gelmesinden. Aklım senin peşinden gittiğinden beri dil yorgun ve suskun. Onlar da sızılı aynı sız’lı sözcükler gibi.
Geceleri, şehrine ruhumu kaçak yolluyordum, şehrinin misk kokusunu bana getirsin diye. Bir köşe başında saklanırken ağlaşıyordu gözbebekleri birden ve yakalanıyordu nazarının cellatlarına. O da sende kalıyordu, affetmiyordun ki! Sen, işkence ettikçe zindanına sığmıyordu ruhum. Sen “sen” miydin sahi? Kırık aynalar karşısında işte öyle bıraktın beni bir suskun “dil” bir de “sız” lı kelimeler ile.
Anlat, diyorsun da… Söyle, her şey sendeyken ben neyi anlatayım? Ve bana hep “sız” lı sözcükler kalmışken anlatırsam sence ayıplamazlar mı beni? Hem gücün yeter mi ki sız’ılı kelimeler dinlemeye. Sevgisiz, vefasız, hayırsız…. Hangi göz görür ki bu ayak ucuna “sız” yapışmış vebalı kelimeleri. Hangi nefis kendisine satın alır bu ucubeleri. Bana kaldı işte o edep pazarında pörsümüş edepsiz kelimeler. Hepsini toplayıp senin şehrinden çok uzaklara götürdüm. Vefa sende kaldı, vefasız bende… Akıl sende, akılsız bende… Baht sende bahtsız bende… Kulaklarıma çalınan büyülü bir sesin ardına düştüm yüküm çürümüşken. Dalgalarla çarpıştım, kubbelerde soluklandım, viranelerde uyuyakaldım. Hep, dilimin ucundaydı ilan-ı aşk. Ama utandım sız’lı kelimelerle O sesin karşısına çıkmaktan. En acısı da O’nu bulamamaktan ve O’na varamamaktan. Boynum büküldü, çocuklar gibi iç geçire geçire ağladım üstümdeki çürümüş yükle. Yollarım böyle çıktı işte öyle bir güzele. Güldürdü yüzümü verdiği ümitle. Ve ben o ümitlerle bir rüyanın bekçisiyim şimdi.
Anlat, diyorsun da… Anlatsam anlar mısın ki? Hangi akıllı, bir delinin sözüne itibar eder ki? O yüzden sen bakma benim anlattıklarıma.Gamda gülerim, sevinçte ağlarım ben. Suya düşsem yanarım. Belki de gülün gölgesinde harım. Ama ateşe düşen bu ömrüm o ümitleri verene feda olsun!
Anlat dedin anlattım, işte böyle benim hikâyem. Gerisini hatırlamıyorum! Amma sana göre bunlar belki bir rüya, bana ise öyle gerçek…
..