Pınar başından bulanır derler ya… Ben de taş ehliyim, işte! Taşa laf anlatmakmış işim. Önce bir taş ocağına oldum teslim. Söylesene yazar müsveddesi ne olacak benim bu halim, karşıma hiç çıkmamışken bir kalbi halim…Dört mevsim omzumda taşıdım nicesini. Elimden hiç düşmedi dişeği.Taşın damarında gezdirdim elmastan bir keski. Şiir gibi… Sanki taş bir Leyla’ydı ben de Mecnun. Öyle işledim aşkı ona dantel gibi. Şehrin dışına sürdüler beni gürültülüyüm diye. Oysa ekmeğimi taştan çıkarıyordum, kimeydi ki zararım? Sonrası mı işte varım yoğum efkarım… Bir taş ocağında yandı öylece yıllarım. Saçıma yağan ak, zamandan değil de taştandı. Ellerimdeki yara taşın aşkındandı. Ne erindim ne yerindim ki taş ustası olmaya.
Neden mi bırakmadım? Bu aşkın zerresine cihan değer be yazar müsveddesi, sen ne anlarsın! Kabe’nin inşaatında… Bildiğin tüm saray duvarlarında… Medresenin huzur damıtan şadırvanlarında… Doğudan batıya gördüğün mabet sütunlarında… Alın terimle, göz nurumla, efkarımla… Ben vardım görmedin mi? Hâlâ ilk günkü gibi taşa sevdam. Misis, Çanlı, Malabadi… Köprülerinde sürekli ikdam…
Sanatkar mı diyorsun şimdi de bana! Eğlenme benle Allah aşkına! Dururken onca mimar… Bir taş ustası ve sanatkar ha… Hem de son anında.. Dertleşmek için yonttuğu şu musallada..
Var git yazar müsveddesi, var git… Kalemini de götür. Çok yorgunum. Bırak beni bu taş mezarımda. Kurma başımda öyle bağdaş. Kalk, git yavaş yavaş… Kıymetim bilinsin diye vermedim ki hiç uğraş… İşte benden geriye kalacak olan da bu çukur üstünde yazılı bir taş…