O zamanlar… Böyle başlıyordu cümleler acemi sayfalarda. Gece “ay”ı büyütürken karnında yollar serserice dolaşıyordu şehrin sokaklarında.
İşte sancılanan geceden hoyrat bir dolunay doğuyor karanlığı yırtarak. Yıldızlar gecenin yaralarına elmas tozu gibi ekiliyor.İyileşmek bilmiyor gece.Işıldıyor ağaçların saçları doğan dolunayda.Gecenin yüzünden ter damlıyor çimenlere.Ve gece, dolunayı bir nefesle serseri yolların kucağına bırakıyor.Yollar kucağındaki emanetle ağlayanı ve ağlatanı arıyor ömür bağında.
Zamanı kırpık kırpık eden kılıçtan keskin kalem, ömre saçıyor zaman parçalarını.Serseri yollar kucağındaki emanetle ömürde açılan zaman çukurlarına düşüyor. Aşk ol’sun! diyor emanet, düşerken zaman çukurlarından.”AŞK OLSUN!”Aşk oluyor yol da zaman da. Zaman ve yol aşka gelince öyle uzun öyle zor oluyor ki! Bir sarmaşık gibi dolanıyor zamanın ve yolun boynuna aşk da.Nefesi kesiliyor zamanın, beli inceldikçe inceliyor yolun.Emanet ise suskun.Azrail dolanıyor kelimeler arasında.Zamana,yola, emanete gölge…Ey aşk’a düştüm diyenler toplanın kelimelerin başına? Verin şimdi aşkın tarifini.Verin ki inanayım aşık olduğunuza.Zaman, yol ve emanet de okusun dilinizden aşkı.
O zamanlar… Böyle başlıyordu cümleler acemi sayfalarda. Çok uzaklarda… Aşkın içi dolu, gölgesi ağırken.Yetmiyorken sayfalar, işte o zamanlar… Aşıklar kervanı soluklandı suskunlar diyarında. Zaman, yol ve emanet kurtuldu aşkın düğümünden. Seyrettiler aşıklar kervanına koşan aşkı. En önde duran Mecnun’a sarıldı aşk önce.Hasret giderdi Mecnun ve döküldü dilinden:
Yâ Râb belâ-yı aşk ile kıl âşîna beni/Bir dem belâ-yı aşktan kılma cüdâ beni (Ya Rab aşk belasıyla içli dışlı kıl beni,/Bir an bile ayırma aşk belasından beni-Fuzuli)
Bir garip nidayla aşıklar kervanından cünunluğun kucağına koşunca yakaladılar Mecnun’u ayaklarından.Ve tabipler döndü başında.Haykırdı Mecnun:
Aşk derdiyle hoşem el çek ilâcımdan tabîb/ Kılma dermân kim helâkim zehri dermândadır’ (Aşk derdiyle hoşnudum, ey doktor! Bana ilaç verme; benim helâk olmam, senin derman olsun diye vereceğin zehrindedir.-Fuzuli)
Aşk koştu Mecnun’u çölde bırakıp Hallac-ı Mansur’un kucağına.Hallac-ı Mansur’un başı öne düştü aşkı Ene’l Hak deyip kucaklayınca.Aşk ağladı Mansur’a ve aşkın gözyaşı “La ilahe illallah…” yazılı nardan bir levhaya döndü. Yunus’a varınca aşk bağdaş kurdu Yunus’un karşısında. Aşkın aldı benden beni/Bana seni gerek seni/Ben yanarım dün ü günü/Bana seni gerek seni, diyerek kul oldu aşka Yunus. Aşk dolanırken kervanın başından sona, vara vara Karacaoğlan’ı buldu.Karacaoğlan aşkı karşısında görünce edemeyip gönlüne çıkıştı. “Deli gönül gezer gezer gelirsin/Arı gibi her çicekten alırsın/Nerde güzel görsen orda kalırsın/Ben senin derdini çekemem gönül…”Karacaoğlan ve gönlünü orada barıştırdı tek hece, üç harf.
Aşk, aşıklar kervanında yürüdükçe ateş oldu; toprak oldu; hava, su oldu. Geldi bu zamanlara da ne oldu?İçi boş, gölgesi yok oldu. Ey aşk’a düştüm diyenler toplanın kelimelerin başına? Verin şimdi aşkın tarifini.Verin ki inanayım aşık olduğunuza.Aşkı parça parça eyleyip her zerresini yaymış dağa taşa bu zamanlar. Aşkı; kimi parada kimi malda kimi toprakta bulmuş.Adını ağzına almaya korkan o zamanlar, dilinden düşürmeyen bu zamanlara şaşkın bakar olmuş.Aşkı bulunca baş köşeye koyan o zamanlar, ucuz ucuz harcayan bu zamanlara sitemkâr olmuş.
Bir kıymetlim şöyle demişti “Fazla naz aşık usandırır”. Aşık usanır mı ey kıymetlim! Aşkı bilen, okuyan, içini dolduran, gölgesini ağır kılanlar yorulur mu hiç o yoldan? Adın aşıksa “Kahrında hoş, lutfun da hoş.”düsturu ezberdir dilinde tabi aşkın özüne inebilmişsen. Yoksa aşk sende bir heva vü heves mi ki?
O zamandan bu zamana şarkılara, şiirlere, hikayelere konu; savaşlara,hastalıklara neden; kainata,yaratılmışa nimet olan aşkın hangi zerresi kondu yüreğine ey dost? Dinle yüreğini de söyle bana yüreğindeki aşkın tarifini ve ona biçtiğin ömrü. Aşk mı olsun? AŞK OLSUN dostum aşk!Hem de Yaratılanı Yaratan’a bağlayan!
Not:Aşk olsun,aynı zamanda dervişler arasında bir selamlama sözüdür!