“Sayılarda çoğalmak, niçin, ne olmak için?/Bir tek hiçtir çarpısı, kırk milyona bir hiçin…”(Necip Fazıl Kısakürek)
Bir… Üç… Yedi… Kırkkk!…
“Susssss! Saymayı bırak! Duymasın sözcükler sayılarla konuştuğunu! Erkendi, buraya gelmemeliydik. Sen bir taş atınca sayfaya kelimeler dalgalandı ve bizi buraya sürükledi mürekkep denizi. Sayılar aklını karıştıracak, kalbini yoracak. Korkum seni kaybetmek sonu olmayan bu sayılar limanında. Ve bir daha bulamamak… Şimdi, kelimeleri uç uca ekleyerek ördüğüm cümleyi sıkıca beline bağla ve cümle uzasa da sakın bırakma ucunu. Yoksa nicelik dünyasında, sayılar arasında, boğulursun. Kulaklarımı kapatacağım tüm sayılara şimdi, sürekli kulağa fısıldayacaklar kendilerinde kalman için. Hatta beline bağladığım kelimelerden örülmüş cümleyi çözdürecekler ama asla itaat etme onlara.Bu limandan çıkarsak bil ki sayılar küçülüp kalbinde hapsolacak, tek olacak … Bekleyeceğim seni kemiyetin keyfiyete dönüştüğü yerde. ”
Sayılar! Olsa olsa evhamdır bu üstadınki de! Bir, üç, yedi…Kırkkk! Kırk gün kırk gece yürüdük sahi. Dil ülkesinde kırk dilsiz gördük. Renklere vardığımızda göğün belini yedi renkli kuşakla bağladık.”Aşk olsun” dünyasında kırklar meclisine varıp muhabbete daldık. Oradan “üç harf bir anahtar” aldık. Ne zaman doğmuştuk biz? Kaç adım atmıştık, kaç kelime dökülmüştü kalemin ağzından? Yok mu bir hesap eden, sayılarla arkadaşlık kuran? Her bir adımda bir çizgi ekleniyor kalbime. Aynaya bakıyorum iki el, bir kalp; bir ağız, iki kulak… Sayılardan müteşekkilmişim ben ya! Kalbim çarpıyor sayılarla… Aklımmmm! Ahhhhh!
ÜÇ! Baş… Orta… Son… Eder üç nokta. Üç nokta, üçgen. Gelişmenin başlangıcı üçgen. Gök, yer, yer altı eder üç… Kutsal ruh, baba,oğul oldu kutsal üç…Kulağa üç defa çağırıldı isimler. Üç defa “boş ol” la bozuldu yuvalar. Oğuz Kağan üç oku, üçe böldü. Allah(c.c.), Muhammet(sav), Ali üçü bir oldu dillerde. Bu yola çıkarken üç kere “evet” dedim. Üç cuma geçti, üçlerden çıkamadım. Gökten üç elma düştü kime vereceğimi bulamadım. Aklıııııııımm! Ahhhh!
“Beni zaman bölüyor, ben doğruyor adet,/Medet ey birin Bir’i, ey birin Bir’i medet!..”(N.Fazıl)
YEDİ! Gelene kadar yediye, yedi belaya bulaştım. Yedi canlılarla boğuştum.Yedi düvelle savaştım.Yedi göbek öteye yol aldım. Yedi kubbeli hamam kurdum,yedi kat yerin dibine geçtim.Yedi kat göğe baktım da yedi uzvumu (iki ayak, iki el, iki diz, bir alın) O’nun emrine secdeye bıraktım. Bir haftadaki yedi günü yedi renge boyadım.Yedi kıtayı yedi notayla dinledim.Mevlana’nın yedi öğüdünü ezberledim.Ashab-ı Keyf de Yedi Uyurlar’ı gördüm. Dünyanın yedi harikasını dolaştım da ala ala yedi arşın beyaz bez aldım. Aklııııımmm! Ahhhh!
KIRK! Sonu yok mu sayıların. Doğru ya kırk günlükken unutmuştum rahm-ı maderin ismini,cismini…Şimdi kırka vardım.Ey Musa kırk gün kaldın Sina’da! Ey Adem çamurun kırk gün karılmış doğru mu? Kırka varan müjdeye erer mi iki cihan güneşi gibi söyle? İki kapılı bir hanın kırk odasından geçtim işte! Kırk fırın ekmek yedim, kırk satırla kırk katırdan kurtuldum. Dostun hanesinde bir kahve içince kırk yıl hatırla yola çıktım. Aklıııımm! Ahhhh! Üstad çek cümlenin ucundan yalvarırım. Biraz daha gitsem kelimelerle ördüğün cümleyi belimden çözeceğim. Sonsuzluğun içinde boğulmaktayım. BİR’ de kalalım üstadım. BİR, yetti gönlüme. BİR’i bulunca hükmü yitti ya tüm sayıların. Kalbimdeki BİR ile kemiyetin keyfiyete dönüştüğü yerdeyim işte. Çıktım ya sayılardan, o elem verici gurbetten… Buldum ya sılayı… Dokunma üstadım, ağlayacağım doyasıya…
Kim duymaz/ İçinde sayılar olduğunu/ İçinde yansıdığını sayıların/ Hepsi birer eylemdirler/ Başlangıçlardan ta ötelere (Fazıl Hüsnü Dağlarca)
“Dervişin biri, diyar diyar gezerken bir kucak dolusu elma ile bayırlar aşan bir genç kıza rastlamış…Bozkırın sıcağında yorgunluktan al almış kızın yanakları. Derviş şöyle bir bakmış kıza, bir de kucağında ki elmalara… “Nereye gidersin? Ne doldurdun kucağına?” diye sormuş derviş. Uzak bir tarlayı işaret etmiş kız: “Sevdiğim çalışıyor orada, ona elma götürüyorum.” “Kaç tane?” diye soruvermiş derviş. Kız şaşkın: “İnsan sevdiğine götürdüğü şeyi sayar mı hiç?” deyivermiş… Ve usulca koparıvermiş derviş elindeki tespihin ipini…”(Mesnevi/Mevlana)