Güzden kalma bir rüzgar koşup geldi odaya. Perdeyi itti telaşla kenara. Öyle mahzundu öyle içliydi ki! Bıraktı kendini imkansızlıklar odasına. Kalem, kanadından tuttu güzden kalma rüzgarın. Sonra titredi rüzgardan aldığı haberle.
Ağladı, ağladı… Sayfalar durdu gözyaşının altına. Vefa ile… Meğer her şey, “sayılardan” yakamı kurtarmış kemiyetin keyfiyete döndüğü yerde üstadımı ararken olan olmuş. Koştum kuşlar misali çırpınan yüreğimle.
Bir cami avlusu… Yaşlı çınarın altında yatıyor boylu boyunca bunca zaman beklediğim. Çok mu geç kalmıştım? Böyle mi gidecekti? Onsuz döner miydi dünya, ay tutulur muydu güneş uğruna? Öylece baktım ışığı sönmüş gözlerine ve bir nergisi saklamış yorgun kirpiklerine.Tuttum gönülleri bir zamanlar yeşerten -su misali- ellerinden. Bir cami avlusu… Gözümün önünde dünyanın en hazin uykusu. Gitme! Kal kalemde, rüzgarda, sayfalarda! Vefaysa adın öyleyse neden vefasızlık edip gidiyorsun? Öfkemi söndürdün, sevgimi pırıl pırıl pak eyledin. Şimdi söyle ey VEFA nereye gidersin, ardına düşerek geldiğim bu yolda beni yalnız bırakıp? Vefa-SIZSIN!
“Vefa arkanda bıraktığını, giderken yaktığını yabana atmamandır. (Mevlana)” öğrettiğin onca sözü şimdi bana yadigar mı koyarsın? Seninle yürüdüğüm onca yolda yanıma ne pişmanlık ne zerre hüzün uğradı. Ey VEFA! Ey su perisi, gönlümün narin kelebeği! Gitme topraktan, havadan, sudan…Ve bir nefeslik emaneti göğsünde taşıyan insanlardan!
Bir cami avlusu… Vefa’nın etrafında bir kalem, bir bülbül, bir de sararmış bir yaprak… Vefa… Yüreğimdeki o tatlı rayiha…Kalemi dolduran o eşsiz şifa.Ey Vefa, etme artık cefa! Aç gözlerini. Sen gidersen döner mi dünya, ay tutulur mu güneş uğruna? Ben ağlarken Vefa’nın başında bülbül bir tel saç kopardı Vefa’dan ve uçup gitti güllerin diyarına. Sararmış yaprak da Vefa’nın beyaz libasından bir parça alıp rüzgarın önünde sır oldu. Bir cami avlusu… Ve ben yapayalnız, Vefa’yla! Gidiyorsun ya işte Vefa-SIZSIN!
Kaydı ellerimden Vefa, toprağa sızdı. Vefa-SIZDI toprağa. Toprak, vefaya kavuşunca değişti kokusu. Ben ağlarken Vefa’nın vefasızlığına oysa o dört bir yanımı sarmış varlığıyla. Ben fani olanla oyalanırken baki olan sunmuş bana iltifat-ı murassa . İki cihan güneşini takip eden buluttan, ateşe su taşıyan karıncadan, yedi uyurları bağrında saklayan mağaradan dinledim vefayı. Kuyuda, balıkta gördüm Vefa’yı. Ve sonra vefanın sızdığı topraktan heybeme bolca doldurdum vefanın her şeyde yaşayacağını bilerek. Silip gözyaşlarımı ayrıldım bir cami avlusundan mütebessim çehreyle.Yanımda beklediğim,özlediğim Vefa’yla…
Ey VEFA! Ey su perisi, gönlümün narin kelebeği! Hiç gitmemişsin ki topraktan, havadan, sudan…Ve hiç gitme bir nefeslik emaneti, sahibine hiç teslim edilmeyecek gibi göğsünde tutan biz insanlardan!